22 Ocak 2019 Salı

KARALAMA - 3

  Boylu boyunca uzanmıştı kumlara. Elinde geceden de kara küçük bir karga ile gökyüzüne bakıyordu. Bir taraftan karganın tüylerini okşayıp bir taraftan da yıldızları izliyordu.

Yıldızlar da tıpkı insanlar gibi diye geçirdi içinden. Nasıl ki yıldızlar bir araya gelip de galaksileri oluşturuyorsa insanlar da bir araya gelerek aileleri oluşturuyordu.

“Aile” diye fısıldayıp bir kahkaha patlattı. Tüylerinin okşanmasıyla iyice mayışan karga kahkaha sesiyle irkilip en az kahkaha kadar gür bir sesle gakladı. Karganın gaklamasıyla gagasına inen şaplağın şiddetini hissetmesi bir oldu. Karga sindi, yeniden sessizliğe büründü.

“Aile” dedi yeniden, ne garip bir kavramdı şu aile kavramı. Kendi babasının tecavüzüne uğrayan ve artık orta yaşlarına gelmiş bir adam olarak hiç inanmıyordu aile kavramının kutsal bir kavram olduğuna.

Henüz Adana’dan İstanbul’a göç etmemişlerdi babasının onu okşamaları başladığında. Anlam verememişti önce, çekinmişti de. Ahh şimdiki aklı olsaydı...

Şimdiki aklı olsaydı ona dokunduğu an döner bıçağını saplardı ciğerine. Ciğersiz adam...

O bunları düşünürken karga yine gaklamaya başlamıştı acı acı. Yeniden bir şaplak patlattı ve o an gökyüzüne doğru bir tüy süzülüverdi parmaklarının arasından. Tüyü izlemeye başladı. Rüzgarın etkisiyle süzülüyordu yıldızlara doğru. İşte bu anı çok seviyordu, yıldızlara ulaşmaya çalışan o tüyü izlemek ona hiç elde edemediği özgürlük hissini veriyordu.

Adananın taşlı yollarından İstanbul’a ulaşmaya çalıştıkları yolculuğu anımsadı. Tam da o gün kaybetmişti özgürlüğünü, bir daha hiç elde edememek üzere kaybetmişti üstelik.
Nereye giderse gitsin, kaç karga tüyünü gökyüzüne salarsa salsın bir türlü özgür olamadı yeniden. Kendini o kapandan kurtaramadı hiçbir zaman.

Ve bir tüy daha...

Ulaşabilseydi yıldızlara belki kurtulabilirdi bu esaretten. O malum yolculukta babasının kucağında can çekişirken gördüğü tek şey yıldızlardı. Belki de o yüzden bu kadar düşkündü yıldızlara, astronomiye.

Biliyordu hiçbir zaman iyileşemeyeceğini, biliyordu hiçbir zaman kaybettiği o insanlığa yeniden ulaşamayacağını. İşte bu yüzdendi tüm bu karamsarlığı, işte bu yüzdendi bu koca karanlığın içinde parıl parıl parlayan yıldızlara olan aşkı.

Aşk...

Yıldızlar kadar parlak gözleri olan o kadın... Hiçbir zaman ulaşamayacağı bir ütopyaydı onun için. Yapamazdı. Biliyordu, yapamayacağını. Gidemezdi ona. Kendi esaretinin içinde onu da esir edemezdi.

Ama ya gidebilseydi? Ama ya yapabilseydi? Nasıl olurdu? Ne olurdu?

Bunları düşündüğü an dudaklarından bir inleme sesi süzüldü inceden inceye. Derin bir nefes aldı. Tam almış olduğu nefesi geri verecekken duydu o sesi; “iyi misiniz” diye soruyordu yıldız gözlü. Veremedi aldığı nefesi. Öylece kalakaldı.


Yıldız yıldız parlayan gözleriyle ona bakıyordu. Oysa kıpırdayamıyordu bile. Yoksa bu bir işaret miydi? Sahiden olur muydu? Nasıl olurdu ki...

8 yorum:

  1. Yüreğine sağlık çok güzel ve etkileyici bir yazı olmuş..

    YanıtlaSil
  2. Yanıtlar
    1. Teşekkür ederim güzel yorumun için. Tam da senin dün yazdığın yazı okuduktan sonra bu yorumu görmek çok hoşuma gitti :)

      Sil
  3. Faklı paragraflarda farklı mesajlar veren bu yazı çok etkileyici..kalemine saglik

    YanıtlaSil
  4. yaaaaa sen yazıyon bayağı yaaaa artıııık. öykülerin en güzel yazıların olduuuu :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Yaa sahiden mi? Böyle yorumlar alınca çok seviniyorum. :)

      Sil